Zordur Fatih’ lerin ardından yazmak. Hele bir de Ceylan varsa isminde, daha bir zorlaşır işiniz. O ceylan taştan taşa seker, kaçar tutamazsınız.
Kars yöresi bir türküde(yöre ağzıyla ceylan, ceyran olur çıkarken bahdavar da baharda açan bir kır çiçeğidir):
“Ceyranım gel gel
Başına men senin dolanım gel gel.
Güzeldir hayatın, güzeldir ceyranın
Bahdavar gızısan bu şirin dünyanın
Gel adı ceyran, özü ceyran
Bele men seni heyran sene gurban…” sürer gider.
Bir şehri güzelleştirenler, bir şehre can verenler, anlamlı kılanlar sadece o şehrin yetkilisi diyebileceğimiz üç-beş kişisi, ya da işi gücü insan yetiştirmek yerine para veya mal biriktirmeyi marifet sayan kişileri değildir. Şehre çilelerini gömmüş, şehrin sokaklarına gözyaşlarını akıtmış, şehrin dertlerini sırtına sarıp sarmalamış, altı ve üstündekileri sahipsiz bırakmamaya adamış niceleri vardır ki hasbelkader biriyle bile karşılaşıverirseniz hemen değerlendirebilirseniz o anı ne ala! Yoksa bırakmaz şehir onları orta yerde. Alır çekiverir ve size ardından hep üzülmek kalır.
Fatih ile üniversitede değil, daha çok şehrin muhtelif noktalarında görüşür, muhabbetimizi sadece kampüse sıkıştırmazdık. Çevremde beni anlatımlarıyla zenginleştiren nadir kişilerdendi. Hitabeti, dile olan hâkimiyetiyle saatlerce dinleseniz de sıkılmazdınız. 657 Sayılı Yasa’ya bağlı Devlet Memuru olduğundan öyle gidip de belli platformlarda düşüncelerini anlatmaz, sosyal ve siyasi görüşleriyle öne çıkma gibi bir uğraşı olmazdı ama akademideki onca akademisyenden çok daha fazla saygınlığı, bilgeliği tartışılmazdı. Söz bazen sevmediği kişi ve konulara gelince de ustalıkla sözü değiştirir, dedikodulardan özenle kaçardı. Sadece görev yaptığı bölümle ilgili değil akademinin hemen her alanındaki sorunlar hakkında da küçümsenmeyecek bilgisi olmasının sebebini biraz da her çevreden kişilerle olan yakın münasebetlerine bağlardım. Koca kampüste ‘abilik’ ve ‘beyefendilik’ sözünün en çok yakıştığı isimler konulu bir anket çalışması yapılsa isminin ilk üçte olacağından emindim.
Manisa ve İzmir’de görev yaptığım sıralarda bazı hafta sonları Muğla’ya geldiğimde mutlaka görmek istediğim kişiler arasında olur, ondan dünyayı dinlemek, akademinin gündemini öğrenmek, kültür ve sanata dair üç, beş düşüncesini almak benim için tadı doyumsuz nimetler olurdu. Şiir gibi konuşur ve konuşmalarında Türk Edebiyatının güzel mısralarından konuşmaları içine mutlaka birkaç mısra sıkıştırırdı. Mesela 19 Kasım 2016 tarihinde Yağcılar İş hanındaki çınarın altındaki sohbetimizde okuduğu Yahya Kemal mısraları bugün gibi aklımdadır. Ezberinden okuması bittiğinde benimle beraber dinleyenlerin yüzlerindeki o ifadeler hafızamda halen tazeliğini korumaktadır.
“İstemem artık ışık, rayiha, renk âlemini,
Koklamam yosma karanfille, güzel yasemini.
Beni bir lahza müsait bulamaz idlale,
Ne beyaz bakire zambak, ne ateşten lale.
Beklemem fecrini leylaklar açan nisanın,
Özlemem vaktini dağ dağ kızaran erguvanın.
Her sabah başka bahar olsa da ben uslandım,
Uğramam bahçelerin semtine gülden yandım.”
Kuruluşuna öncülük ettiğim Menteşe Grubunun, şehrin sosyal ve kültür alanında bırakmış olduğu etkileri çok iyi gözlemlemiş olmasından dolayı yeniden şevkle canlandırılması hususunda fırsat buldukça beni çok sıkıştırır, bu şehirde öyle çalışmalara çok ihtiyaç olduğunu mütemadiyen tekrarlardı.
Bazen rahmetli Hüseyin Dursun toplardı bizi, yabancı uyruklu zor durumda olan öğrencilere ne yapabiliriz sorunsalıyla ve Fatih orada mutlaka olurdu. Bazen Sevgili Namık Açıkgöz Hocam toplardı, bir etkinlik, bir aksiyon için; tartışmasız Fatih yine orada olurdu. Şehirde bir kültür sanat programı olur, Fatih yine yerini almış olurdu. İl dışından alanında tanınmış bir otorite, bir düşünce, bir kültür insanı gelecek olsa Fatih yine oradadır hatta biraz gecikse de gelen tarafından sorulur, aranırdı. Velhasıl, kendisi fark etmese de bu şehirde o kadar büyük bir yer kaplamıştı ki, bilmiyorum o boşluğu onun ardından dert edinecek birileri çıkar mı?
Muğla’ya Manisa’dan gelmişti ve ben de dört yıl görev yaptığım Manisa’da gördüm ki Fatih oranın da can damarlarına, estetiğine, kültür ve irfanına dokunabilmiş, hatırı sayılır izler bırakabilmişti.
Kişi nasıl yaşıyorsa öyle ölüyor ve inanıyorum ki öyle de haşrolacak!
Fatih çok sevdiği şehrin sokaklarında yürürken bir motosiklet kazasına uğradı ve çok sevdiği gönül dostlarının omuzlarında ‘Kabuktan öze, şekilden manaya, tenden cana, zamandan zamansızlığa sefer’ eyledi. Kaza sırasında vefat edip haberi şimşek gibi gelseydi belki dayanamazdık. Belki çok çok daha uzun bir süre yine böyle bilinci kapalı olarak yoğun bakımlarda kalsa ona da dayanamazdık ama o güzel, o naif insan bizi kendi varlığına alıştırdığı gibi yokluğuna da alıştırarak, incitmeden, bir kuş zarafetiyle veda etti.
Ruhu şad, mekanı cennet olsun.
Yola koyulan için hikâyenin tamamlanamayan kısımları artık yolda devam edecektir ve ‘keşke’ li sözcüklerin hiçbir anlamı olmayacağı kesindir. Zor olan ardında bıraktıklarının ne tür bir hikâyede hangi rolü nasıl oynayabilecekleridir. Gideni iyi bilirdik diye şahitlik ettik tabutu başında. Bu yüzden bize düşen de yine ardından güzel sabır, güzel aksiyon göstererek onun yarım bıraktığı güzellikleri bir nebze de olsun güzel tamamlayabilmek.
Rahmetli 25 Ekim 2024 tarihindeki paylaşımında zaten düşüncesini paylaşmış: “İnsanoğlu arada derede bocalar durur. Kâh hayvan, kâh melek. Kâh lâtif, kâh kesif. Aşktan, muhabbetten, hürmetten, merhametten, ilimden, irfandan, edepten nasibi kadardır insanın insanlığı.
Yaradan arkada kalanlarından bu güzellikleri eksik etmesin.
Sözü bir Ruh Adam repliğiyle Atsız’ca bitirelim.
“Tiyatro bitti.
Beklemeye lüzum görmüyorum.”
Erdal ÇİL