1979’ un son aylarıydı ve karakış bütün haşmetiyle yurtta etkisini sürdürüyordu.
O seneye kadar bu aylarda sadece birkaç kez Anadolu’ya, o da pazarcılık yaptığım için en fazla günübirlik şeklinde geçtiğimden Anadolu’daki kışın nasıl geçtiği hakkında pek de bilgim olduğunu söyleyemem. Şimdi ise yaklaşık bir aydır İzmir’in doğusundan kuzeyine doğru, o şehirden bu şehre dolaşarak beni kabul edebilecek bir okul arayışındaydım.
Meslek Lisesi 2. Sınıf öğrencisiydim güya ama en son okuduğum, daha doğrusu okuyamadığım, okutmadıkları liseden elime tutuşturulan tasdikname, gittiğim her okuldan öncelikle kabul görmesine rağmen, aynı örgüt mensubu öğretmenler tarafından şifreli şekilde hazırlandığından, hakkımda sakıncalı ibaresi taşıdığı için haftasına varmadan okuldan kapı dışarı ediliyordum.
Üç dört gündür de Kütahya’da benim gibi Endüstri Meslek Lisesi öğrencisi bir arkadaşın evinde kalıyordum. Hafta başı gittiği okula beni de götürmüş, tasdiknamemi idareye vermiş ve okula kabul için idarenin toplanıp karar vermesini bekliyordum.
Arkadaş sabah erkenden okula gittiğinden evde yalnız kalıyordum. Kütahya’nın kenarında ve şehir merkezine göre oldukça yukarıda kalan mahallelerinden birisindeydi ev. Aralık ayı başlarıydı ve dışarısı bembeyaz kar ama bizim Ege kıyılarında nadiren gördüğümüz cinsten ince bir tabaka şeklinde değil, battı mı içine bir yarım metre gömülecek cinsten bir kar. Bu yüzden çok mecbur kalmadıkça evden çıkmıyor, pencere kenarında yer minderinin üzerinde, yorgana sarılmış şekilde, evde bolca bulunan kitap ve dergileri karıştırarak vakit geçiriyordum.
Milli Eğitim, Milli Kültür, Töre, Türk Yurdu gibi dergilerin eski sayılarını karıştırırken rastlamıştım ismine. Hatta bir hikâyesinde beraber üşümüştük buz kesen Anadolu ayazında. Okudukça içime doğru akan sıcaklık beni kendine çekmiş ve diğer dergilerde de yine onun ismini arayarak başka yazılarını da aramıştım.
Güçlü bir kalem ve akıcı üslubu sayesinde o soğuk ve yalnız günlerimde satırları arasında dertlendiğim, cümleleri arasında heyecan, paragrafları arasında huzur bulduğum, beni yanına çekip yalnız bırakmayan, birlikte ağladığımız, birlikte gezdiğimiz dert ortağım olmuştu Osman Çeviksoy.
Şehrinin öğrencisi olamasam da Kütahya, Türk Edebiyatının idealist, çilekeş, beyefendi kalemi Osman Çeviksoy ile tanışmama vesile olan bir şehir olmuştu. İzmir yıllarımda, Beyaz Yürüyüş adlı kitabıyla Kültür Bakanlığı tarafından ödül aldığı haberiyle birlikte, kitabını alıp okuduğumda karakışın ortasında bıraktığım eski bir dosta tekrar rastlamanın mutluluğunu yaşamıştım.
Tutuklu Yürek, Ağlamak Yasak, Duvarın Öte Yanı, Kar Yağar Gül Üstüne, Derdimi Gül Eyledim isimli hikâye kitapları evliliğimden önce kütüphanemdeki yerlerini almışlardı. Evliliğimizin ilk yıllarında ise akşamları ailece yaptığımız okuma saatleri içerisinde yeni çıkan Geriye Hüzün Kalır’ ın hikâyeleri damgasını vurmuştu.
Dün Kütahya’nın soğuğunda yalnızlığıma ortak olan Çeviksoy, yıllar sonra gelip İzmir’de beni bulmuş ve evimizin başköşesinde cümleleriyle, duygu ve düşünceleriyle ailemizin müstesna bir köşesinde mutluluğumuza ortak olmuştu. Hikâyedeki kuşların el birliği ile yaptıkları yuvayı uzaktan bizler de korumaya almış, mutluluklarına ve hüzünlerine ortak olmuştuk.
Dokuz Eylül Üniversite Hastanesi’nde görev yapıyordum. Seksenli yılların sonlarıydı ve kurumlarda bilgisayar ve bilgiişlem kavramlarının henüz çok yeni olduğu yıllardı. Hastanemizde de iki veya üç adet bilgisayar vardı ve faturaların girişinin de bu yolla yapılması gerektiğinden bu bilgisayarların sadece mesai saatleri içerisinde kullanımı yeterli olmuyor mesai sonları hatta hafta sonları da bu bilgisayarların kullanılarak fatura girişlerinin yapılması gerekiyordu. Bu yüzden sadece hafta sonları, Cuma akşamı saat 17.00 de gelip pazartesi sabahı saat 08.00’e kadar çalışan İbrahim isimli bir bilgiişlem personelimiz vardı. Sesi ve diksiyonunun güzelliği benim gibi bölgesel bir radyo kanalının da dikkatini çektiğinden İbrahim Bey her Çarşamba günü saat 14.00 ile 15.00 arası bu radyo programında dinleyicileriyle sohbet yapıyordu.
Osman Çeviksoy kitapları da bu arada elimizden düşmediği gibi hastaneye götürüp daha çok okuyucu ile de buluşsun maksadıyla arkadaşlarımıza da getirip götürüyorduk. Bir Cuma akşamı yine bu kitaplardan bir kısmının elimde olduğu bir an, mesaiye yeni gelen İbrahim Bey’in yanına uğramış, biraz lafladıktan sonra müsaade isteyip yanından ayrılırken elimdeki kitapları görerek okumak için istemişti.
Birkaç hafta geçip de kitaplar gelmeyince yine bir Cuma akşamı yanına uğramış ve sormuştum. İbrahim Bey biraz mahcup ama yine de o her zamanki coşkusu ve sıcaklığıyla ellerimden tutmuş, kızaran gözleriyle gözlerime bakarak: “Hay Allah razı olsun kardeşim senden! Bana ne büyük bir iyilik yaptın, beni bu yaşımda sen nasıl biri ile tanıştırdın. Allah bin kere razı olsun. Kitapları dersen, istersen hemen hafta ortası fotokopi çektirip sana ulaştırabilirim ama ne yaptım ben biliyor musun? Bıraktığın kitaptaki hikâyelerden birini, senden sonra hemen okumuş ve çok etkilenmiştim. Hatta eve götürüp o ve başka hikâyeleri de eşimle birlikte okuduk ve çok beğendik, çok duygulandık. Sonra eşim bu hikâyeleri radyoda dinleyicilerimle de paylaşmamı önerdi. İki hafta önce radyoda hikâyenin birini okudum. Programdan sonra radyoya çokça telefon gelmiş ve dinleyicilerden bir kısmı bana teşekkür mesajları bırakmışlar. Geçen hafta da köye gelen garip imamın hikâyesini okudum. Okurken hikâyenin bazı yerlerinde çok duygulanmamdan dolayı sesim çatallanıyor, cümleler boğazımda düğümleniyordu. Bunun için radyodaki arkadaşlar hemen yanıma hafiften bir fon müziği çalan bir cihaz koymuşlardı ve böyle anlarda bir elimle bu cihaza uzanarak müziğin sesini arttırıyor, bu arada ben de sesimi düzeltiyor, suyumu falan içiyordum.
O gün o hikâyeyi nasıl bitirdim bilmiyorum. Program biraz da sarktığı için yönetmen arkadaşımız canlı telefonlardan da programa almamızı istemişti. Bir oto yetkili servisi aradı. Bizim radyoya firmasının reklamlarını veren müşterilerimizden birisi olduğundan işyerinde sürekli bizim radyo çalar ve servisin her yerinden de duyulurmuş yayınımız. “Şu anda işyerimde, yetkili teknik serviste, yirmiye yakın personelim ve müşterilerimle beraber işi gücü bıraktık, sizi dinliyoruz. Dinlemek ne kelime adeta sizinle beraber yaşıyoruz hikâyeyi. Bizi çok duygulandırdınız, ağlattınız çocuk gibi. Allah razı olsun.”
Bugün hikâyelerini keyifle okuduğum, takip ettiğim pek çok hikâyecimiz var. Allah sayılarını arttırsın ama Osman Çeviksoy bana hikâyeyi sevdiren, hikâye ile tanıştıran kişidir.
Derdimizi gül eylemeyi, o gülün üstüne yağan karları sevmeyi, duvarın öte yanını, aklıma yıldız düşüp de karanlıkta ses gibi sana seni anlatmayı, tutuklu yüreği, beyaz yürüyüşü ve geriye kalan hüzünleri biz hep onunla sevdik. Onun efendiliğiyle Anadolu’da birçok insan tanıdık, evlerine misafir olduk, akrabalarını tanıdık, duygularını dinledik. Duvarın öte yanında ömürleri gurbet olan pek çok garibin yürek seslerine onunla birlikte kulak verdik. Yine onun o efendi tavrı sayesinde gittiğimiz her kapıda, her sofrada kabul gördük, ağırlandık.
Hikâyelerini bir eğitimci bakışıyla, bir öğretmen olarak değil de önce milletine sonra da insanlığa karşı sorumlulukları olan bir yazar olarak anlatmaya çalıştığını ifade eden Türkiye Yazarlar Birliği üyesi, Avrasya Yazarlar Birliği Genel Başkan Yardımcısı Osman Çeviksoy, Muğla İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün davetlisi olarak üç gün boyunca Muğla’da olacak.
Muğla’lılara bu fırsatı sağlayan İl Milli Eğitim Müdürlüğüne, Eğitimci yazar İsmail Zorba ve organizasyonda emeği olan herkesi kutluyorum.
Erdal ÇİL
cerdal48@gmail.com