Doyduk mu ne?
Neden bırakıp kalktık sofradan, üstelik iştahımızın da en arttığı zamanda?
Merhum bozkırın tezenesi: “Tatlı dile güler yüze, doyulur mu doyulur mu” derken doymadan kaldırmışlar bizi sofradan.
Ondandır yüzümüzün gülmemesi ve dilimizin acılığı.
Kulaklarımız küfürden ve bayağılıktan başka şey duymuyor.
İçine ne kadar yavanlık katarlarsa katsınlar ilginç bir sezon geçirdik futbolda. İyi bir seyirci, fena olmayan düzeyde bir futbolseverdim son yıllara kadar. Ne yapıp ettiler onu da, bu özelliğimi de aldılar elimden. Yok, yayıncı kuruluş daha çok kazansın, yok adamda para var çare var, yok futbol artık futbol olmaktan çıktı derken futbolda kaybedenlerin sesinin daha çok yükseldiği günlere denk geldi ömrümüz. Kaybedenlere kulak verdiğimizde ülke, ülke olmaktan çıkmış da başka bir yere gelmişiz sanırsınız.
Ya kazananlar?
İpi önde göğüsleyenler, şampiyon olanlar?
Kentinin, semtinin, ülkenin çeşitli beldelerinin caddelerinde, sokaklarında korolar halinde, zıvanadan çıkmış, frenleri boşalmış halde küfür etmekteler.
Kime?
Kaybedenlere.
Alayına; semtine, kentine, anasına, babasına, armasına, rengine ağız dolusu, kelimelere sığmayacak şekilde, küfür etmekteler. Kutlamalar küfür şenliklerine dönmüş, yaşlısı genci, kadını erkeği, dindarı dinsizi meydanlarda kaybedenlere yönelik, sadece sesleriyle de değil, bedenleriyle, hoplaya zıplaya, elleriyle kollarıyla, zıvanadan çıkmış, zemberekleri boşalmışçasına küfretme coşkusu içindeler.
İnanıyorum ki yarın da aynısı olacak.
Dün olduğu gibi.
Renkler değişecek, semtler, kentler değişecek ama bunun değişeceğine dair elimde maalesef sizi de rahatlatacak bir ipucu, bir delilim yok.
Neymiş boşalıyorlarmış, rahatlıyorlarmış falan da filan!
Kulaklarımın çınlaması geçmiyor İstiklal Caddesinin arka sokaklarına yöneldiğimde.
Sadece biraz sessizlik. Buralarda da ellerinde bayraklar, sırtlarında formalarla İstiklal’ e, Taksim’e doğru yürüyenleri görüyorum. Gece uzun olacak ve çok fazla da geç kalmama derdinde gidenler.
Dün; 1920’lerde de buralardan ellerinde bayraklarla istiklale çıkan yollardaki gençlerin yerinde şimdi torunları vardı. Dün onlar Sultanahmet’e geçip mitingler yaparak dualar etmişlerdi istiklalimiz için. Bugün ise artık Sultanahmet’e çıkmıyor yollarımız ve dualar yerine yeni bestelenen küfürlere mecburuz, mahkûmuz.
Köşede tezgâhındaki son simitleri de satıp bitirme derdinde olan amcayla göz göze geliyoruz. Küçücük radyosunun sesi de kendi gibi küçücük ama duyuyorum.
“Lambada titreyen alev üşüyor”
Ben de üşüyorum onunla beraber oysa Mayıs ayının sonlarındayız.
Sahi neden üşüyoruz veya kaçımız titreyen alevle beraberiz?
Betoncular, gökdelenciler, çimentocular işlerini yaparlarken kültür adına bir şeyler yapmasını beklediklerimiz bu resmin neresindeler?
Kadın ve erkek; aynı fotoğraftalar, aynı formalarla, birebir aynı hareketlerle, aynı küfürlerle bir ve beraberler meydanlarda.
Birlikte boşalıyor, birlikte rahatlıyorlar.
Umarım siz de rahatlıyorsunuzdur.
Bizi boş verin, siz rahat olun. Biz kelimelere takılır gideriz böyle. Üzüntümüzde de sevincimizde de hep cümlelere sığınırız. Siz rakamlarla konuşun, rakamlarla rahatlayın. Şu kadar turist beklediğinizi, şu kadar beton döktüğünüzü, yol yaptığınızı, şu kadar insana şu kadar paralar verdiğinizi.
Ama şunu da bilin!
Rakamlar derdime çare olmuyor beyler!
Velhasıl!
Sizin rakamlarınız var, bizim de söyleyecek cümlelerimiz.
“Sinemde gizli yaramı, kimse bilmiyor
Hiç bir tabip yarama, merhem olmuyor.
Boynu bükük bir garibim, yüzüm gülmüyor
Gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen?”
Erdal ÇİL