Ete, süte, peynire, zeytine, elmaya, ayvaya, yağa, lahanaya, hatta abur cubura zam üstüne zam yağıyor.
Giyim, kıyafet, kazak, pantolon, gömlek, don almış başını gidiyor.
İktidar piyasayı hiç bir şekilde kontrol altına alamıyor, aracıyı, satıcıyı ve dahi bakkalı çakkalı tutamıyor.
Pazarda, manavda, marketlerde fiyat etiketleri olabildiğince hızla değiştiriliyor, vatandaş indirim beklerken her gün bindirimle karşılaşıyor.
Sözde fahişe savaş açılmıştı, her köşe başına bir denetçi konulmuştu, fırsatçıya, talancıya ceza yazılacaktı, tüyü bitmemiş yetimin hakkı korunacaktı.
Gelin görün ki verilen hiç bir söz tutulamıyor, zammın önü alınamıyor, piyasalar kontrol edilemiyor.
Ekonomistler sıradan vatandaşın hiç de anlamadığı bir lügatla; "Yıllık bazda yüzde 30 olan küresel gıda enflasyonuna eşik eden enerji krizi mevcut fiyat baskısını çift yönlü olarak etkiliyor. Birinci etki üretim sürecinde ortaya çıkıyor ve maliyetlerin artmasına neden oluyor. İkinci etki ürünlerin tüketiciye ulaşımında yaşanıyor ve tedarik hattında fiyatları artıyor" diyor.
Yani Türkçesi bu yangın devam edecek, vatandaş cep delik, cepken delik dolaşmaya devam edecek diyor.
Enflasyon canavarı semiriyor, depremler peşpeşe geliyor, sel felaketleri sırada bekliyor, Marmara yıkıma gün sayıyor, üç ay sonra orman yangınları başlayacak, ülke seçime gidiyor.
Aday adayları ortaya çıktı, kimi depremzede, kimi selzede arıyor, kimi de çarşı pazar dolaşıp sürekli konuşuyor, hep aynı terane.
Millete sunulan ise iki ittifak, ya cumhuru seçecek ya milleti, gelen tatlı cadı semanta olacak, süpürgesiyle pisliği temizleyecek.
Tüm bunlar yaşanırken iş dünyası elini taşın altına koymamakta kararlı.
İster yansın, ister batsın memleket, onlar zammı dayamakta ısrarcı.