Öfkeli insanlar topluluğu haline geldik.
Evlerimiz, işyerlerimiz, trafikteki görüntülerimiz, sivil kuruluşlarımız, çarşımız, pazarımız hep öfkeli görüntülerle dolu.
En yakınlarımız, en sevdiklerimizle bile sağlıklı ilişkiler kuramıyoruz.
Öfkeyi besleyen, öfkenin ortaya çıkmasına sebep olabilecek birçok etken var ama sanıyorum günümüzde bu etkenlerin en önemlisi korku.
İletişimin bu kadar hızlı olması ve küreselleşmenin de bu denli hızlı yayılması sonucu artık korku, güç sahiplerinin en etkili silahı haline geldi.
Dünyayı korkutanlar, devletleri, halkları korkutarak onlara ayar veriyorlar. Korkuta korkuta yönetenler, korkularıyla baş edemeyenler, korkularıyla yaşamaya alıştıkça öfkeleri de o nispette büyüyor, öfke saçıyor, burnundan soluyarak hayatı hem kendilerine hem de çevrelerine çekilmez kılıyorlar.
Korku piramidinin en tepesi, doğal olarak korkusunu azaltmak ve yalnız da kalmamak için aşağıya doğru korkularını paylaştırmaktadır. Aşağılara doğru yayılan korku, hem miktar olarak hem de çeşitlilik yönünden giderek artmakta, dünyaya yeni gelen insanlar için artık yeni yeni korkular üretilmektedir.
Büyük devletleri nükleer tehditlerle, iklim değişikliği, enerji gibi daha büyük sorunlarla korkutan devletlerin kendilerinin de bu korkuların bir kısmından etkilendiklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Tepelerinden yağan bu korkuları aşağılara doğru ileten daha küçük devletler de ise bu korkular daha çeşitlenmekte, miktar olarak da daha çoğalmaktadır. Nükleer tehditler savunma problemleriyle savunma korkularına, iklim değişiklikleri mevcut iktidarların iyi yönetememe ve sorunlarla baş edememe korkularıyla yoğrularak kuraklık, tarım ve orman politikalarının sağlıklı oluşturulamamasına, enerjide yanlış politikalarla israfın artarak kaynakların hoyratça kullanılıp yok ediliyor korkularına veya bu gece akaryakıt fiyatlarına gelecek zammın kaç kuruş olacağı korkularına dönüşmektedir.
Tabiri caizse her başa göre korkumuz vardır ve korkusuz bir günümüzü bırakın bir anımız bile olmamaktadır artık.
Yukarıda saydığımız benzer korkularla beslenen hayatlar elbette her farklı bünyede farklı şekillerde kendini göstermektedir. Üzerine gidilmeyen korkular, gizlendikçe büyüyerek sanki hayatın normal değerlerinden biri olarak da kabul görmeye başlayacak, dışarı çıkmak için de ille de öfke gibi kontrolsüz bir anı bekleyecektir.
Her gücün bir kadim geleneği olarak görülen korku, üzerine gidilmediği sürece, tabiri caizse içimizde elini kolunu sallaya sallaya dolaşacaktır. Siyaset, ekonomi, sanat gibi hayatın neredeyse bütün alanları da bundan geri kalmayacak, korku da çağın illeti olmasına bakmaksızın gücüne güç katarak büyüyecektir.
Ya yağmur yağmazsa, ya beklenen deprem burayı da vurursa, ya savaş bize de sıçrarsa, ya devlet maaşlarımızı önümüzdeki ay ödeyemezse, ya başımdaki ağrının sebebi görülemeyen gizli bir tümörse, ya beni yarın sabah görevden alırlarsa, borsa ya batarsa, ya dedikleri boşa çıkarsa, ya üyesi olduğum dernekte birilerinin gizli örgüt bağlantıları çıkarsa vesaire vesaire…!
Bu ‘se’ lerin, ‘sa’ ların sonu hiç gelmez, bilakis uzar da uzar.
Korku içimizde olduğu sürece ve gizlediğimiz sürece bizi esir alır, bütün duygu ve düşüncelerimizi dumura uğratır. Ne kadar güzel konuşma ile ilgili eğitim almışsak, normalde ne de güzel konuşan biri olsak da içimizdeki bu korkular bizi öfke patlamalarına götürür.
Korkanın hayatı tutsaktır. Anı da ömrü de geçirir de haberi bile olmaz.
Hâlbuki an da, ömür de ne de kolay gidicidir. Çevremizde birçok fiziksel engel sahibi bu engellerine rağmen engelsiz yaşam için onca mücadele verirken insanın korkularıyla kendine engel koyması kadar anlamsız ne olabilir ki?
Küresel egemen güçler siyaset, ekonomi, çevre gibi kendilerinin önünü açacak her konuda korkuya yeni formatlar atarak karşımıza sürmekteler. İnsanımız sandığa korkularıyla gidip, korkularıyla siyasi tercihini yapmak zorunda kalmaktadır. Marketlere alışverişe giden insanımız sürekli artan fiyatlardan dolayı ihtiyacından fazlasını almaya zorlanmaktadır.
İhtiyacımızdan fazlasını aldığımız her ürün bizi zehirlemekte, korkumuzu daha da azdırmakta yani yaramıza merhem olmamaktadır. Yaramıza merhem, kardeş olmamızda, birlik olmamızda, yokluğun her türlüsünü tatmasına rağmen yedi düvele karşı bize hürriyeti armağan eden bu toprakların derinliğine kulak vermektir.
Ömrü uzun yaşayamamaktan korkmayalım. Kaliteli yaşamak önemlidir. Bu yüzden anın kıymetini bilmek, anı yaşamak, aldığımız her nefesi iliklerimize dek solumak inanın her şeye değer.
Bir saniyesine bile hükmedemediğimiz hayat bize rağmen akışını sürdürecek, su akacak ve yatağını bulacaktır. Önemli olan bütün bunlar olurken bizim ne yaptığımız, hayattan ne ölçüde lezzet aldığımızdır.
Ramazan’ın içinizde sakladığınız, özlem duyduğunuz nice güzelliklere kapı aralamasını diliyorum.
Iskalamamanız, kıymetini bilmeniz, nimetlerinden istifade etmeniz, korkusuzca yaşayabilmeniz dileklerimle…
Erdal ÇİL
cerdal48@gmail.com