Özellikle her konuda geri kalmış demokratik olmayan rejimlerde, görünürde demokratikmiş gibi seçimle gelip giden hükümetlerin iktidarlarlığı tamamen sanaldır.
Örneğin Türkiye bunu uzun yıllar 'Askeri Vesayet' şekliyle yaşadı; ülkeyi sivil siyasetin aktörleri değil, ordu komutanları yönetiyordu.
Bunu o kadar açık seçik yapıyorlardı ki mahkemeleri bile farklıydı; ordu mensuplarının askeri suçları dışında kalan diğer suçlarını da askeri yargılamanın görev alanı içine sokmuşlar, askeri yargı, adli yargıya paralel özerk bir yapıya kavuşturulmuştu.
Bir bütün olarak sistem içerisinde özerk, imtiyazlı ve üstün konumunu muhafaza etmek isteyen ordu, toplumsal ve siyasal alana birtakım müdahalelerde bulunuyordu.
Bu müdahalelerin etkin ve kalıcı olması ise söz konusu müdahalelerin mümkün olduğunca yargı denetiminin dışında tutulmasına bağlıydı.
Askeri yargının konu, kişi ve görev bakımından geniş bir sahaya etki etmesi ve son derece geniş çizilmiş sınırlara sahip olması, ordunun yargı alanının dışında kalmasını sağlıyordu.
Askeri yargının bu hali günümüzün evrensel hukuk değerleriyle ters düşüyordu ve ilerleyen yıllarda askeri vesayetten bir şekilde kurtulduk.
Ama tam askeri vesayetten kurtulduk derken, bu kez de karşımıza bir başka vesayetçi grup çıktı.
Askerlerin yerini bu kez işinsanları aldı, siyasetin aktörlerini kendileri belirleyip hükümetleri onlar kurmaya başladı.
Bugün TBMM'nin 600 kişilik milletvekili kadrosunun neredeyse tamamı işinsanlarından, fabrikatörlerden oluşuyor, kendisi işinsanı olmayanların da mutlaka birinci derecede yakını işinsanı veya bir çok üretim aracının hissedarı, keza il ve ilçe belediye başkanlarının da neredeyse tamamı işinsanı, müteahhit.
Yani bu şu demek oluyor; onun için asgari ücret asla ve asla açlık sınırının üzerine çıkartılmıyor.
Onun için ülke bir Devlet mantığı ile değil de şirketmiş gibi yönetiliyor.
Onun için Atatürk'ün bize emanet ettiği 48 adet kamu kurumu ve fabrikası özelleşme adı altında kendi şirketlerine veya yakınlarına satılıyor.
Onun için eğitim ve sağlık gibi en önemli hizmetler kamudan alınarak özel sektöre devrediliyor, özelleştiriliyor.
Onun için her gün tüm mal ve hizmetlere zam üstüne zam geliyor, fahiş uygulamalar artıyor, fırsatçılar çoğalıyor.
Onun için asgari ücretli ve maaşlı kesimin alımgücü sürekli düşerken, işinsanlarının kârları sürekli artıyor ve daha fazla zenginleşiyor.
Onun için hükümetler piyasalara, fırsatçılara, tekelcilere, rantiyecilere, haksız kazanç elde edenlere söz geçiremiyor, çünkü onlar kendileri.
Dönüp bir bakın; vatandaş Türk Lirası üzerinden maaş alırken ve aynı parayla geçen ay aldığı beyaz peyniri bu ay alamazken, dövizle iş yapan Türk işinsanları beyaz peynire zam yapmaktan geri durmuyor ve asla zarar etmiyorlar.
Herkes için vahim olan şu kötü dönemde kendisi kâr ederken, yurttaşı olan diğer vatandaşların aç kalışını timsah gözyaşları dökerek izliyor.
Ancak bu böyle gitmez.
Sömürü devam etmez.
Gün gelir asker vesayetçiler gibi işinsanı vesayetçiler de savrulur gider.
Not: İşinsanı tanımını tamamen nezaketimden kullandım, çünkü bu birleşik kelimenin ikinci bölümünü asla hak etmiyorlar.