Amasya evden eve nakliyat Artvin evden eve nakliyat Aydın evden eve nakliyat Balıkesir evden eve nakliyat Batman evden eve nakliyat Bayburt evden eve nakliyat Bingöl evden eve nakliyat Bitlis evden eve nakliyat Burdur evden eve nakliyat Çanakkale evden eve nakliyat

Osman Özbaş
Köşe Yazarı
Osman Özbaş
 

Osmanlıca Mı Tükçe Mi? -1

Mahir Ünal, AKP Grup Başkanvekilinin müthiş tespiti (!):’’ Cumhuriyet bizim lügatimizi, alfabemizi, hasılı bütün düşünmemizi yok etmiştir.’’ Sanırım şu demek isteniyor, dil’de değişim ile birlikte Cumhuriyet bizi Osmanlı köklerimizden kurtardı. İlginç olan şu ki, bu yazının kaleme alındığı gün 29 Ekim’ de Cumhuriyet’in 99. Kuruluş yıldönümü etkinlikleri kutlanıyor. Daha sonra Mahir Ünal tarafından bir düzeltmeye gidilmiş, kültür devriminden bahsedildiği ifade edilerek, Cumhuriyet’le sorun yok anlamında açıklama yapılmış; buradan çatışma çıkaramazsınız denilmiş. Bir kere her fikre saygımız var. Ancak Türk kültür devriminin ve dil konusundaki Latin harflere geçişin sancılarını Osmanlı’ nın özellikle son iki yüzyılın perspektifiyle bakanlar ile bir ’sorun’ var… Biz sondan başlayalım; Mustafa Kemal Atatürk, dil devrimini yaparken, Osmanlı’dan gelen medrese okumalarının ve bunun gerisindeki en az ikiyüz yıllık eğitim sisteminin ülkeyi ne hale getirdiğini görmüştür. Gazi Paşa, hem Batı (Avrupa değil, Batı) ile aramızdaki gelişmişlik farkını kapatmakta bir çare arayışı, hem evrensel okuma ve öğrenme süreçlerini hızlandıracak bir formül olarak alfabeyi kullanmak istemiş; ayrıca Türkî Cumhuriyetlerle bağların kurulması yönünde bir çaba olarak Latin harflerine geçmiştir. Dil konusu önemli bir konudur,  fikirlerimizi söyleyelim güme gitmesin. Yeri geldi, şu ‘güme gitmek’ deyişin öyküsünü de anlatalım... Osmanlı zamanında, Yeniçeriler yakaladıkları suçluları zindana atarken, demir kapının sesine benzeterek nara atarlarmış, ‘Hoopp, güümmm!’ diye; hapse atılanlar arasında bazen masum kişiler de olduğundan, suçsuz insanlar derdini anlatıncaya kadar, epey eziyet çekerlermiş... ‘Güme gitmek’ deyimi, ‘Yazık oldu’ anlamında işte buradan geliyor. Dilimiz güme gitti de, hukuk devleti, insan hakları, basın özgürlüğü, adil gelir dağılımı, uluslararası değer üretme ölçütleri, sağlıklı nesil, temiz çevre, kamu ihalelerimde şeffaflık, hesap verilebilirlik… gibi kavramlar güme giderse daha mı kötü derseniz, buna verilecek cevabım yok; var da yok! Şimdi ‘dilimiz’ mevzuna gelelim Ey Okuyucu, Türkiye’ nin dil-kültür konularında da uzun zamandır ‘Güme giden’ bir şeyler var; evet, bir kere günlük dilde kullandığımız sözcük hazinemiz azaldı; düşüncelerimizi ifade ediş biçimimizde ‘şey…’ gibi kararsızlık, adını çıkaramama gibi teklemelerle daha fazla karşılaşıyoruz; eşyalar üzerinden anlam kayıplarımız hızla boşalıyor; Milli Kültür ‘güme gidiyor,’ haberimiz yok! Ama bu doğrudan Osmanlıcayla ilgili değil; zaten Osmanlıca diye bir müstakil dil yok, o dönem Arapça tabirinin anlamı Eski Türkçedir. O dönem, Osmanlıda ilk anayasa hazırlıkları sırasında ‘İmparatorluk sınırları içerisinde yaşayan herkes kendi diliyle eğitim ve bu dili her yerde kullanabilme hakkına sahiptir.’ maddesi vardı. Ancak Abdülhamit bunu veto etti. Neden?... Hıristiyan milletvekilleri kürsüye çıkınca kendi dilleriyle konuşmaya başladılar; hatta Erzurum’daki Ermeni Cemaatinin temsilcisi olan Hamazasp Efendi, bütün azınlıkların dillerini resmi dil olarak tanınmasını istedi… Ülke çok toplumlu-çok uluslu yapısıyla ideolojik-siyasi kargaşa içindeydi, dil konusunda azınlıkların ‘milli’ talepleri gündeme gelince, Abdülhamit, Meclisi kapatmakta daha fazla gecikmedi… Çünkü diğer etkenler bir yana 18. Maddede devletin resmi dilinin Türkçe olduğu yazılmış; 57. maddede de Meclis görüşmelerinde Türkçe şartı getirilmişti. Eski Türkçe ile Arapçayı birlikte düşünen zihinlerde hâlâ Türk milli karakteri oluşmamasına rağmen, bakın alfabe değişikliğini Abdülhamit bile düşünmüştür; Biz bunu bir siyasi tarihle anlatalım: Aldülhamit’in, ‘Siyasi Hatıralarım’ isimli kitabında; ‘Halkımızın büyük cehaletine sabep, okuma-yazma öğrenimindeki güçlüktür. Belki bu işi kolaylaştırmak için Latin harflerini kabul etmek yerinde olur,’ demiştir… Abdülhamit’in, eğitim-öğrenme konusundaki bu değişim çabasına rağmen ‘Devletin resmi dili Arapça olmalıdır,’ dediği de bilinir. Yani, dememiz o ki, dil tartışması Osmanlıda da vardı. Sadece ‘Türk’ karakterinden uzaklaştığı için Türkçeyi Araplaştırdığının farkında değildi!... Türkçe’nin geçmişi Osmanlıcadan çok çok daha öncedir Aslında Türkçe Osmanlıca’ dan çok daha önce bir medeniyet diliydi. Gerçekten de sözcüklerin-anlamların, deyişlerin olgunlaşması diye bir kavram var; bu oldukça uzun bir zaman ister, çünkü kavimlerin, cemiyetlerin, toplumların ortak bir anlamlandırma bilgisine erişinceye kadar, soyut-kavrayış-isimlendirme üzerinden, tarihte aşama-aşama bir medeniyet bilincinin gelişmesi gerekir; Bu süreç aşağı-yukarı 3.000 yıla sığdırabiliyor; mesela Türkçe ‘acı’ kelimesi, hem ekşi hem de can sıkıntısı anlamında yüzlerce yıl öncesinden bugüne geliyor; Ya da Göktürkler!..  Orhun Yazıtlarının tarihi MÖ. 4 yüzyıla dayanır; yani günümüzden yaklaşık 7000 yıl önceki Türk kültür kökenlerine ilişkin, büyük ihtimalle Saka kavimlerine ait olan taşa yazılan bir edebiyat şaheseri, karşımızda duruyor; İşte Kutadgu Bilig!... 11. Yüzyılda yazılan bir Türk yazması; Karahanlı Uygur Türklerinden Yusuf Has Hacib’e ait, günümüz Türkçesi ile ‘Mutluluk Veren Bilgi ya da Devlet Olma Bilgisi’ adını taşıyan konuları içeren; erdem-yönetim-insanlık tasavvufuna ait kavramları inceleyen bir kitap; Bu konulara özel başlıklar açmak, görüşlerimizi paylaşmak isteriz ama söylemek istediğimiz şu, imgelerin, harflerin simgesel çizimlerinin ortak bir kullanıma girmesi bunca sene alıyorken; kelimeler ile varlık-eşya-duygu-düşünce tanımlamalarına ilişkin içerikler bir ‘medeniyet’ zenginliğini gösteriyorken; bu tür kavramlaştırma üzerinden milletler kendi tarih bilincini oluştururken; ‘Biz ne halt ettik de Latin Harflerine geçtik?...’ diye soranlara esas meselenin ‘Türk’ olduğunun bilinmesi gerekir! Bunun bir ayağı ‘medeniyet ile dil’ ilişkisidir; mesela bir Türk felsefesi veya bir Alman, bir Arap, bir Fransız felsefesi değil de; bir Türk-Arap-Roma-Fransız Medeniyetinden söz edilir.… Yani ‘Medeniyet dili’ ile medeni olma arasındaki ilişki farklı bir şeydir; Diyelim tüm İngilizce öğrenen insanın İngiliz olmaya çalışması ne kadar saçma ise; Milli Karakterden uzaklaşarak bir Medeniyet dilinin kullanılıyor olması da o kadar ‘ezik’ bir durumdur; Nitekim Osmanlıca sayesinde Fars, Arap ağırlığı olmak üzere Türkçe, yüzyılların kültür birikimine sırtını dönmüştü; böyle olduğu için ki, diğer medeniyet dilinin felsefi okumaları ‘kopyacılığa’ dönüşmeye başladı; Şimdi ki gibi, cep telefonu kullanıp-bilgi üretemeyen toplumların düştüğü sıkıntı da buna benzer; sürekli tüketime alışırsınız; Dil’de böyledir, yüzyılların birikimiyle oluşan sözcük zenginliğini kaybederseniz, bir milletin toplum-tabiat, varlık iletişimindeki anlamlandırma üzerinden geliştirilen düşünce yapısı da kaybolur; İşte bunun adı felsefedir. Şimdi soralım; 1928 yılında Osmanlıca’ yı bıraktık, Latin Harflerine geçtik; bizim Milli Bağımız koptu mu?...’ Veya, Türkler tarihte dil’lerini hiç değiştirmediler mi?.. Hayır; Her millet, kavim; ortak dil geliştiren her cemiyet, sözcükler ne kadar değişirse değişsin; ekler ya da anlamlar üzerinden tamlamalar ve kendi dil bilgisi kurallarındaki çekim eklerindeki genel kullanımı bırakmadıkça kelime dağarcığındaki tarihle bağını koparmaz… Bu nedenle artık Osmanlıca mı, Türkçe mi diye sormayalım; bir kere daha söyleyelim Osmanlıca diye bir dil yok; bunun aslı Osmanlı Türkçesi’ dir… (Bu konuda önemli uzmanlardan biri kabul edilen Prof. Dr. Abdurrahman Güzel’ in yaklaşımları ciddiyetle incelenmelidir kanısındayız;) Bu farkı önce ortaya koyalım ki kendi ‘modernleşme’ tarihimiz açısından, Muhafazakâr-Devrimci diye ideolojik bir ayrımla tartışılan, ‘neden Arapça harfleri bıraktık,’ sorusuna cevap arayalım. Bir sonraki yazımızı bu konuya ayıracağız.  
Ekleme Tarihi: 30 Ekim 2022 - Pazar

Osmanlıca Mı Tükçe Mi? -1

Mahir Ünal, AKP Grup Başkanvekilinin müthiş tespiti (!):’’ Cumhuriyet bizim lügatimizi, alfabemizi, hasılı bütün düşünmemizi yok etmiştir.’’
Sanırım şu demek isteniyor, dil’de değişim ile birlikte Cumhuriyet bizi Osmanlı köklerimizden kurtardı.
İlginç olan şu ki, bu yazının kaleme alındığı gün 29 Ekim’ de Cumhuriyet’in 99. Kuruluş yıldönümü etkinlikleri kutlanıyor.
Daha sonra Mahir Ünal tarafından bir düzeltmeye gidilmiş, kültür devriminden bahsedildiği ifade edilerek, Cumhuriyet’le sorun yok anlamında açıklama yapılmış; buradan çatışma çıkaramazsınız denilmiş.
Bir kere her fikre saygımız var. Ancak Türk kültür devriminin ve dil konusundaki Latin harflere geçişin sancılarını Osmanlı’ nın özellikle son iki yüzyılın perspektifiyle bakanlar ile bir ’sorun’ var…
Biz sondan başlayalım; Mustafa Kemal Atatürk, dil devrimini yaparken, Osmanlı’dan gelen medrese okumalarının ve bunun gerisindeki en az ikiyüz yıllık eğitim sisteminin ülkeyi ne hale getirdiğini görmüştür. Gazi Paşa, hem Batı (Avrupa değil, Batı) ile aramızdaki gelişmişlik farkını kapatmakta bir çare arayışı, hem evrensel okuma ve öğrenme süreçlerini hızlandıracak bir formül olarak alfabeyi kullanmak istemiş; ayrıca Türkî Cumhuriyetlerle bağların kurulması yönünde bir çaba olarak Latin harflerine geçmiştir.
Dil konusu önemli bir konudur,  fikirlerimizi söyleyelim güme gitmesin.
Yeri geldi, şu ‘güme gitmek’ deyişin öyküsünü de anlatalım...
Osmanlı zamanında, Yeniçeriler yakaladıkları suçluları zindana atarken, demir kapının sesine benzeterek nara atarlarmış, ‘Hoopp, güümmm!’ diye; hapse atılanlar arasında bazen masum kişiler de olduğundan, suçsuz insanlar derdini anlatıncaya kadar, epey eziyet çekerlermiş... ‘Güme gitmek’ deyimi, ‘Yazık oldu’ anlamında işte buradan geliyor.
Dilimiz güme gitti de, hukuk devleti, insan hakları, basın özgürlüğü, adil gelir dağılımı, uluslararası değer üretme ölçütleri, sağlıklı nesil, temiz çevre, kamu ihalelerimde şeffaflık, hesap verilebilirlik… gibi kavramlar güme giderse daha mı kötü derseniz, buna verilecek cevabım yok; var da yok!
Şimdi ‘dilimiz’ mevzuna gelelim
Ey Okuyucu, Türkiye’ nin dil-kültür konularında da uzun zamandır ‘Güme giden’ bir şeyler var; evet, bir kere günlük dilde kullandığımız sözcük hazinemiz azaldı; düşüncelerimizi ifade ediş biçimimizde ‘şey…’ gibi kararsızlık, adını çıkaramama gibi teklemelerle daha fazla karşılaşıyoruz; eşyalar üzerinden anlam kayıplarımız hızla boşalıyor;
Milli Kültür ‘güme gidiyor,’ haberimiz yok!
Ama bu doğrudan Osmanlıcayla ilgili değil; zaten Osmanlıca diye bir müstakil dil yok, o dönem Arapça tabirinin anlamı Eski Türkçedir.
O dönem, Osmanlıda ilk anayasa hazırlıkları sırasında ‘İmparatorluk sınırları içerisinde yaşayan herkes kendi diliyle eğitim ve bu dili her yerde kullanabilme hakkına sahiptir.’ maddesi vardı. Ancak Abdülhamit bunu veto etti. Neden?... Hıristiyan milletvekilleri kürsüye çıkınca kendi dilleriyle konuşmaya başladılar; hatta Erzurum’daki Ermeni Cemaatinin temsilcisi olan Hamazasp Efendi, bütün azınlıkların dillerini resmi dil olarak tanınmasını istedi…
Ülke çok toplumlu-çok uluslu yapısıyla ideolojik-siyasi kargaşa içindeydi, dil konusunda azınlıkların ‘milli’ talepleri gündeme gelince, Abdülhamit, Meclisi kapatmakta daha fazla gecikmedi…
Çünkü diğer etkenler bir yana 18. Maddede devletin resmi dilinin Türkçe olduğu yazılmış; 57. maddede de Meclis görüşmelerinde Türkçe şartı getirilmişti.
Eski Türkçe ile Arapçayı birlikte düşünen zihinlerde hâlâ Türk milli karakteri oluşmamasına rağmen, bakın alfabe değişikliğini Abdülhamit bile düşünmüştür;
Biz bunu bir siyasi tarihle anlatalım:
Aldülhamit’in, ‘Siyasi Hatıralarım’ isimli kitabında; ‘Halkımızın büyük cehaletine sabep, okuma-yazma öğrenimindeki güçlüktür. Belki bu işi kolaylaştırmak için Latin harflerini kabul etmek yerinde olur,’ demiştir…
Abdülhamit’in, eğitim-öğrenme konusundaki bu değişim çabasına rağmen ‘Devletin resmi dili Arapça olmalıdır,’ dediği de bilinir.
Yani, dememiz o ki, dil tartışması Osmanlıda da vardı. Sadece ‘Türk’ karakterinden uzaklaştığı için Türkçeyi Araplaştırdığının farkında değildi!...
Türkçe’nin geçmişi Osmanlıcadan çok çok daha öncedir
Aslında Türkçe Osmanlıca’ dan çok daha önce bir medeniyet diliydi.
Gerçekten de sözcüklerin-anlamların, deyişlerin olgunlaşması diye bir kavram var; bu oldukça uzun bir zaman ister, çünkü kavimlerin, cemiyetlerin, toplumların ortak bir anlamlandırma bilgisine erişinceye kadar, soyut-kavrayış-isimlendirme üzerinden, tarihte aşama-aşama bir medeniyet bilincinin gelişmesi gerekir;
Bu süreç aşağı-yukarı 3.000 yıla sığdırabiliyor; mesela Türkçe ‘acı’ kelimesi, hem ekşi hem de can sıkıntısı anlamında yüzlerce yıl öncesinden bugüne geliyor;
Ya da Göktürkler!..  Orhun Yazıtlarının tarihi MÖ. 4 yüzyıla dayanır; yani günümüzden yaklaşık 7000 yıl önceki Türk kültür kökenlerine ilişkin, büyük ihtimalle Saka kavimlerine ait olan taşa yazılan bir edebiyat şaheseri, karşımızda duruyor;
İşte Kutadgu Bilig!... 11. Yüzyılda yazılan bir Türk yazması; Karahanlı Uygur Türklerinden Yusuf Has Hacib’e ait, günümüz Türkçesi ile ‘Mutluluk Veren Bilgi ya da Devlet Olma Bilgisi’ adını taşıyan konuları içeren; erdem-yönetim-insanlık tasavvufuna ait kavramları inceleyen bir kitap;
Bu konulara özel başlıklar açmak, görüşlerimizi paylaşmak isteriz ama söylemek istediğimiz şu, imgelerin, harflerin simgesel çizimlerinin ortak bir kullanıma girmesi bunca sene alıyorken; kelimeler ile varlık-eşya-duygu-düşünce tanımlamalarına ilişkin içerikler bir ‘medeniyet’ zenginliğini gösteriyorken; bu tür kavramlaştırma üzerinden milletler kendi tarih bilincini oluştururken;
‘Biz ne halt ettik de Latin Harflerine geçtik?...’ diye soranlara esas meselenin ‘Türk’ olduğunun bilinmesi gerekir!
Bunun bir ayağı ‘medeniyet ile dil’ ilişkisidir; mesela bir Türk felsefesi veya bir Alman, bir Arap, bir Fransız felsefesi değil de; bir Türk-Arap-Roma-Fransız Medeniyetinden söz edilir.… Yani ‘Medeniyet dili’ ile medeni olma arasındaki ilişki farklı bir şeydir;
Diyelim tüm İngilizce öğrenen insanın İngiliz olmaya çalışması ne kadar saçma ise; Milli Karakterden uzaklaşarak bir Medeniyet dilinin kullanılıyor olması da o kadar ‘ezik’ bir durumdur;
Nitekim Osmanlıca sayesinde Fars, Arap ağırlığı olmak üzere Türkçe, yüzyılların kültür birikimine sırtını dönmüştü; böyle olduğu için ki, diğer medeniyet dilinin felsefi okumaları ‘kopyacılığa’ dönüşmeye başladı;
Şimdi ki gibi, cep telefonu kullanıp-bilgi üretemeyen toplumların düştüğü sıkıntı da buna benzer; sürekli tüketime alışırsınız;
Dil’de böyledir, yüzyılların birikimiyle oluşan sözcük zenginliğini kaybederseniz, bir milletin toplum-tabiat, varlık iletişimindeki anlamlandırma üzerinden geliştirilen düşünce yapısı da kaybolur;
İşte bunun adı felsefedir.
Şimdi soralım; 1928 yılında Osmanlıca’ yı bıraktık, Latin Harflerine geçtik; bizim Milli Bağımız koptu mu?...’
Veya, Türkler tarihte dil’lerini hiç değiştirmediler mi?..
Hayır;
Her millet, kavim; ortak dil geliştiren her cemiyet, sözcükler ne kadar değişirse değişsin; ekler ya da anlamlar üzerinden tamlamalar ve kendi dil bilgisi kurallarındaki çekim eklerindeki genel kullanımı bırakmadıkça kelime dağarcığındaki tarihle bağını koparmaz…
Bu nedenle artık Osmanlıca mı, Türkçe mi diye sormayalım; bir kere daha söyleyelim Osmanlıca diye bir dil yok; bunun aslı Osmanlı Türkçesi’ dir… (Bu konuda önemli uzmanlardan biri kabul edilen Prof. Dr. Abdurrahman Güzel’ in yaklaşımları ciddiyetle incelenmelidir kanısındayız;)
Bu farkı önce ortaya koyalım ki kendi ‘modernleşme’ tarihimiz açısından, Muhafazakâr-Devrimci diye ideolojik bir ayrımla tartışılan, ‘neden Arapça harfleri bıraktık,’ sorusuna cevap arayalım.
Bir sonraki yazımızı bu konuya ayıracağız.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve 5n2khaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.

escort Ankara Sex hikayeleri Seks hikayeleri Porno izle